21 Aralık 2014 Pazar

Sineklerin Tanrısı Değerlendirme

Sineklerin Tanrısı-Değerlendirme
Başlangıçta bir çocuk romanı gibi görünse de, kitap  aslında bir alegoridir, yani simgesel anlamları olan bir kitaptır. Yazar, insanın içindeki iyi kötü savaşını, kuralların insanları ne derece etkileyebildiğini, güç ve iktidarın yanlış ellere geçince ne gibi sonuçlar doğurabileceğini, demokrasinin önemini olabilecek en güzel şekilde çocuklar ve simgesel öğeler üzerinden anlatmıştır.Zaten kitap  bu yönüyle okuyanları etkilemeyi başarıyor.Başlangıçta kitabın içerisindeki betimlemeler vs. kitabı okuyucuya sıradan bir öykü gibi hissettiriyor.Mina Urgan’ın yorumlamasıyla aslında orada her bir karakterin toplumda bir kişiliği, bir görüşü temsil ettiğini sonsöz kısmında daha iyi anlıyorsunuz ve başlıyorsunuz düşünmeye.Karakterleri göz önüne getiriyorsunuz ve kitabın sosyolojik yönünü fark ediyorsunuz.Jack karakterinin bencilliği, zorbalığa inanan, kötülüğe yönelen bir lider olmasıyla toplumdaki faşist düşüncenin bir parçası olduğunu, baskıyı arttırmasıyla küçük bir Hitler’mişçesine davranmaya başlaması, küçüklerin hiçbir iş yapmaması,yiyecekleri tüketmesi ve geceleri korkularından ağladıkları için onların yaşamını gereksiz görmesi ve onlara hiçbir neden göstermeksizin dayak atması, faşistlerin törenlere ve gösterişe düşkünlüğüyle yüzlerini boyaması, Domuzcuk karakteriyle şişko diyerek aşağılaması, bunu faşistlerin aydınlık kafalara karşı duydukları kinden dolayı yapmaları gibi nedenler kitapta faşist düşüncenin vurgusunu yapma olanağı sağlamıştır.Yine Simon karakteriyle Hz.İsa’yı andıran bir kişilik tasvir edilmiştir.Simon iyi yürekli ve mistik bir ermiştir.Ralph’nin adadan kurtulacağını ve canavarın dış dünyadan değil de içimizde olduğunu anlaması, kitabın simgesel anlamlarını bu şekilde ifade edilebilme olanağı sunuyor.Evet Simon’ınında düşündüğü gibi canavar içimizde sözüyle insanoğlunun doğayı nasıl tahrip ettiğini ve dünyadaki iktidar hırslarının boyutlarını bir kez daha okuyucunun bilincine işliyor.Kitaptaki bir alıntının üzerine gidersek Sineklerin Tanrısı’nda var olan ada, yeryüzünün cennetlerinden biri olarak tasvir ediliyor ve başlangıçta sezilmese de daha sonra çocuklar, bu güzelim adayı her açıdan bir cehenneme çeviriyorlar.Kitaptaki  bu atıf aslında bizlere imiş hissi uyandırıyor.Çünkü dünyayı cennet ya da cehennem olarak yaşamak insanın elindedir.Kitapta adanın güzelliği cennete benzetilerek tasvir edilmiş.Aslında bu bizim şu an içerisinde yaşadığımız dünya düzenine biraz da gönderi niteliğindedir.Dünya bizim elimize cenneti anımsatan güzellikte verilmiştir.Hırs, doyumsuzluk, konfor arayışları kitaptaki gibi yaşadığımız mekanı sömürmeye itmiştir bizleri.Hatta şu an bir bilim olan antropoloji bilimi de bu şekilde ortaya çıkmamış mıdır? Kendisinden kat ve kat gelişmişlik düzeyleri düşük ülkelerin gelenekleri öğrenip alttan alttan dinlerini, dillerini asimile etmemişler midir? Bu açılardan kitap sadece bir roman olmaktan çıkıp aslında bizim dünyamıza seslenmiştir.Bu yukarıdaki analizlere baktığımızda kitabın adının da tam yerinde olduğunun farkına varıyoruz.Sineklerin Tanrısı ismi Mina Urgan’ında bahsettiği gibi insanların içindeki kötülüğü simgelemesi yönüyle kitaba yakışır bir isim olmuş. Kitapta bir diğer unsurda çocukların psikolojik tahlillerinin başarılı oluşuydu.Çocukların tek başına kalırlarsa neler yapabileceklerini gayet güzel bir şekilde kurgulamış.Kitaptaki betimlemeler de kurgu kadar başarılıydı.Bu sayede de adada yaşanılan olayları ve adadaki mekanları çok rahat bir şekilde kafanızda canlandırabiliyorsunuz.Bunda çevirmenin de etkisi oldukça fazla tabi.
      Kitapla ilgili son analizimi yapacak olursam kitap; aslında yetişkinlerin dünyasının minimalize edilmiş bir şekliydi.Her sayfasında içinde yaşadığımız topluma ait parçalar bulunuyordu ve insanoğlunun içgüdülerine yapılan sıradışı bir yolculuk niteliğindeydi.


4 Aralık 2014 Perşembe

Nerden, nereye...

Osmanlı döneminde,
+Pencerenin önünde sarı çiçek varsa ' Bu evde hasta var .. Evin önünde hatta bu sokakta gürültü yapma .. ' anlamına gelirdi ..
+Pencerenin önünde kırmızı çiçek varsa ' Bu evde gelinlik çağına gelmiş , bekar kız var .. Evin önünden geçerken konuşmalarına dikkat et ve küfür etme .. ' anlamına geliyordu ..
+Kız istemeye gelindiğinde damat adayının namaz kılıp kılmadığını anlamak için pantolonunun ' diz izine ' bakılırdı ..
+Kahvenin yanında su gelirdi .. Şayet misafir toksa önce kahveyi alır , açsa suyu alırdı .. Ona göre ya yemek sofrası hazırlanır ya meyva ikram edilirdi ..
+Kapıların üstünde iki tokmak olurdu .. Biri kalın biri ince .. Gelen bayansa kapıyı ince tokmakla vururdu .. Evin hanımı kapıyı ev haliyle bile açardı .. Erkekse kalın tokmakla kapıyı vururdu .. Evin hanımı kapıyı ya örtünüp açar ya da Bi mahremi ( kocası vs .. ) açardı ..
+Peygamber efendimiz ( S.A.V. ) ' in 63 yaşında vefatından sebep , 63 yaşını geçmiş büyüklerimiz yaşları sorulduğunda ' Haddi aştık ' derlerdi ..
+Yolda küçük büyüğünün önünden yürüyemezdi ..
+Cuma namazına esnaf - ki kuyumcular da dahil - kapıya kilit vurmadan giderlerdi ..
+Fitre zekat Ramazandan önce Şabanda verilirdi .. Fakir fukara Ramazana erzaksız girmesin diye ..
+Esnaf Ramazan ayında toplanıp gerçek bir ihtiyaç sahibinin ' borç defterini ' kapatırdı ..
+ Beyler , konuştukları veya gözleri kaydıkları hanımlarla buluşmaya gidince hediye olarak ' ayna ' alırdı .. Ki bunun anlamı : ' Sana senden daha güzel verebilecek bir hediye yok .. ' demekti ..
Nereden nereye ? Kendimize yabancılaştık ,Nezaketin, güzel ahlakın, öz sevginin, hakiki saygının Dünyayı kurtardığını unutur olduk...

(alıntı)

2 Aralık 2014 Salı

Yeminleriniz,sözleriniz olsun kendinize...


Bir hedef bir amaç belirlersiniz hayatta.Bu sizin hayattan zevk almanızı,hayata bağlanmanızı kimi zamanda amaçlarınız gerçekleşmediğinde pes etmenizi sağlar.Bazen kazanırsınız, bazen kaybedersiniz.Her bir sonucun ardından bir şey öğrenirsiniz.En azından kaybetmek nasıl ya da kazanmak nasıl bir duygudur onu tadarsınız. Sizi motive eden olumsuzlukları üzerinizden atmanızı sağlayan, sizi ayakta tutabilecek sözler verirsiniz kendinize.

Benimde kendime vermiş olduğum çalışma masamın üzerinde asılı duran bir notum vardı.Benim sözüm, yeminim kendimeydi.Yarışım, rekabetim kendimden başkasıyla olmadı ve olmayacaktı.Çünkü her zaman kişi yapabildiğinden daha iyisini yapabilirdi hayatta.Benim notumda şu sözler gizliydi; Yaşamda bir amaç uğruna atılan her adım bir bilettir, bir yolculuğa çıkarır bizi. Bende onlardanım…Bir kez çıktım bu yola; durmayı, bırakmayı, durakların birinde inmeyi hiç düşünmedim.Biletin hakkını vermek ve onu yolun sonuna kadar kullanabilmek istedim.Yolun buraya kadar olan kısmında işlerin fena gitmediğini düşünüyorum.Yol beni haksızda çıkarabilir ama ben bu yolun hakkını vereceğim.

Yıkılmanıza olanak vermeyecek sözler verin kendinize, hayatınızda güzel ve yeni amaçlarınızın olması dileğiyle…

Aylin ÇEKİNGEN

29 Kasım 2014 Cumartesi

Farabi panelinden notlar;



Farabi insanın varoluş temeli ve amacı konusunda önemli yaklaşımlarda bulunmuştur.İnsanın ebedi mutluluğa nasıl ulaşabileceğini esas alır.Yönetim teorisi üzerinde de durmuştur.Nasıl bir toplum, devlet  ve nasıl bir yönetici olması gerekir sorularına cevap aramıştır.Farabi ebedi mutluluktan da bahseder.Toplumların ve insanların mutlu olabilmesini cahili değerler olarak ortaya koyar.Ebedi mutluluk dışındaki mutlulukları esas alan toplumları cahil bir toplum olarak nitelendirir.Erdemle ebedi mutluluğa ulaşılabilineceğini savunur.Ona göre dört erdem biçimi toplumları gerçek anlamda ebedi mutluluğa ulaştırabilir.Bunlar; nazari erdemler,fikri erdemler,ahlaki erdemler ve ameli erdemlerdir.
Nazari erdemler; En temelde ve tabanda yatan erdemdir.Bilgilerin ve bilimlerin kazanılması doğa,matematik,metafizik, insan ve toplum bilimlerinden söz eder.Bu bilimlerin temel amacı varlığın hakikatini bilmemizi sağlar.Varoluşumuzu ortaya koyacaktır.Biz metafiziği incelediğimizde toplumla bu varlık arasındaki bağı görürüz der.Tanrı nasıl kendisinden başka bütün varlıkları yönetiyorsa toplumsal insanın amacı da bu dünyada ona benzer bir düzen oluşturmaktır.
Fikri erdemler: Ebedi mutluluğu kazandıracak olan erdemdir.Nazari bilgilerin sağladığı amacı gerçek belirli bir zamanda bu bilgileri var edebilmek için belirli şartları ve durumları keşfetme gücüdür.Bilmek yetmez gerçekleştirilmesine ilişkin bir güce gerek vardır.
Ameli erdemler; Çok iyi eğitim metotlarına sahip olmak gerekir.
Ahlaki erdemler; Karakter eğitimidir.Bu güçlere belirli ahlaki güçler yardım etmektir.
İşte bu dört erdem bulunuyorsa o toplum amacına ulaşmış toplumlardır der.
Ömer Ali Yıldırım'ın makalesinde de erdemsiz şehirlerle ilgili şu kısmı okumakta yarar vardır: "Farabi'ye göre erdemli şehir tek bir şehirdir ancak erdemsiz şehrin birçok türleri vardır.O bütün erdemsiz şehirleri ortak bir özellikle "cehalet"le nitelendirir. Fârâbî toplumların önüne konan sağlık, refah, cömertlik, büyüklük gibi hasletleri cahili iyilikler sayar. Bu tür iyilikler erdemli bir şehrin hedefi olamaz, bunları hedef alan şehir cahili bir şehirdir.Düşünürümüze göre demokrasilerdeki serbestiyet ortamı erdemsiz fikirlerin neşvü nema bulmasına ve yayılmasına ortam hazırlayacaktır. Böylesi bir ortamda süflî arzularının peşinde koşan insanların sayısı çoğalacak ve yönetimi ellerine alan başkanlarda kendi kurallarını halka benimsetemeyeceklerdir. Hatta bu tür toplumlarda yöneticiler iktidara gelmek için halkın çoğunluğunun desteğine ihtiyaç duyduklarından onların gayri ahlâki olan yaşam tarzlarına göz yumacaklardır. Fârâblı filozofa göre demokrasi kendi bünyesinde hazcılığın her türüne açıktır, her türlü arzu ve ihtiraslar kendisine burada tatmin imkânı bulabilir ve bu tür idari sistemlerde erdemli kimselerin yönetimi ele almalarına da müsaade edilmez. Bu tür yönetimlerin olumlu yönü ise yönetime gelmelerine izin vermedikleri erdemli insanlara yaşama hakkı tanımalarıdır.”

16 Kasım 2014 Pazar

Teknoloji ve toplumdaki asimilasyon

Toplumsal değerler aileden aileye değişen bir olgudur.Nasıl ki yemek dünyada kültürden kültüre değişiyorsa bir takım değerlerde toplumun en küçük yapı taşı olan  aileyi değiştirir.Gerek teknoloji,sosyal medya dediğimiz ortamlar da hem kuşaklar arasında hem de aile üzerindeki değişmelerde etkilidir.Bu değişmeler ailede rollerin değişmesiyle başlayıp ataerkilden anaerkilliğe oradan da günümüzde gelinebilinecek en son durum olarak belirtebileceğimiz çocukerkilliğe kadar dayanmaktadır.Oysaki çok eski dönemlere kadar bizim toplumumuzda ataerkillik baş göstermiştir.Daha sonra kadının iş hayatına girmesi,ekonomik anlamda aileye yardımcı olması, bazı şeyleri yapabileceğinin farkına varması kadının ailede daha çok söz sahibi olmasına yol açmıştır.Bununla birlikte kadının iş hayatına girmesiyle de ailelerde daha az çocuk sahibi olma durumunu ortaya çıkarmıştır.Tek çocukluk gibi faktörlerin var olduğu bir aile de çocuğun üstüne titreme onun değini yapma gibi durumlarda çocukerkilliğe neden olmuştur.
Değişimler sadece aile üzerinde bu konuda gerçekleşmemiştir. Kültürlerimiz, gelenek ve göreneklerimiz de günden güne unutulmaktadır.Teknolojinin de hayatımıza girmesiyle birlikte iletişim çağında iletişimsizlik yaşamaktayız. Cep telefonları, laptoplar aynı ortamda bulunan insanların artık yüz yüze iletişim kurmalarını etkiledi.Önceden soba başlarında kurulan sıcacık sohbetler yerine herkesin elinde telefonunun bulunduğu  daha az samimi ortamlara bıraktı. Kentlerdeki betonlaşmalar, site ortamları; mahallelerde kurulan sohbetleri, komşuluk ilişkilerini zedeledi. Kişileri yan dairesinde oturanlardan bir haber bıraktı. Bu aslında sadece kişiler arası iletişimimizi değil kuşaklar arasındaki iletişimimizi de zedelemektedir.
Kendi kültürümüze ait değerleri yitirebiliyoruz. Bizden bir önceki kuşak geleneklerimiz hakkında belirli bir birikime sahipken bizim içerisinde bulunduğumuz kuşak, sadece büyüklerinden duyduklarıyla yetiniyor ve bu durum bir sonraki kuşakta tamamen kaybolma gibi durumları ortaya çıkarabiliyor. Yine akrabalık ilişkilerinde de bu durum aynıdır aslında. Kendimden örnek vermem gerekirse bizden bir önceki kuşak ailenin tamamına yakın bir kısmını tanıyorken ben ise sadece köye gittiğimde ya da düğün gibi özel günlerde akrabalarımla tanışma fırsatını yakalıyorum. Bu gibi ortamlarda aslında ailenin ne kadar geniş olduğunun farkına varıyoruz.
Büyük şehirler, insanların dünya işlerine kendilerini çok kaptırmasıyla ilişkiler zedeleniyor ve akrabaların,yakınların birbirilerine gidip gelme faaliyetleri de azalmaya başlıyor. Kişiler daha çok özel günlerde bir araya gelme fırsatı yakalıyor.
Diğer toplumdaki değişim meslek gruplarıdır diyebiliriz. Daha çok eski kuşaktaki gözde meslekler öğretmenlik, avukatlık, doktorlukken günümüzde pdr, bilgisayar programcılığı, genetik mühendisliği, çocuk gelişimi gibi meslekler yerini almıştır. Bir önceki kuşak kişinin yeteneği ve ilgi duyduğu alanlarda daha başarılı olacağını düşünmediğinden daha çok çalışma saatlerine, mesleğin toplumdaki saygınlığına baktıklarından dolayı çocukların genellikle öğretmenlik gibi mesleklere sahip olması istemişlerdir. Bu da aslında öğretmenlik mesleğinde yığılmalara, atanamama gibi durumlara yol açmıştır.

Geçmişten günümüze kuşaklar arasında değişmeler olmaktadır.Gitgide eski kuşaktan asimile olarak teknolojinin ve getirdiği şartların kurbanları olmaktayız. Her ne kadar oluşan durumdan hoşlanmasak ta dönemin gereksinimleri bizleri içerisine almaktadır.İnternet üzerinden yapılan sınavlar,okulla ilgili duyurular,yapılan etkinlikler bile sosyal ortamda olmamızı gerekli kılmaktadır.

Ben kimim ve blogun amacı nedir?



Merhaba arkadaşlar
Ben Sakarya Üniversitesi Sosyoloji bölümünde okuyorum.Bu blogun temel amacı hem eğlence amaçlı hem de bölümümle ilgili sizlere yarar sağlayacak bilgiler paylaşmak, toplumla ilgili bulduğunuz değişik bilgileri email adresime gönderip uygun bulduklarımı sizlerle paylaşabilirim.Şimdiden ilginiz için teşekkürler.
gmail adresim: aylin.cekingen@gmail.com