7 Mart 2017 Salı

HEYBESİNDE SOHBET BULUNAN ÇAY’IN SERÜVENİ

Herkesin emekle topladığı, biçtiği çay çıksın yola. Çıksın ki arkadaşlıkların, hoş sohbetlerin masalarını şereflendirsin. Şereflendirsin, fakat masalara gelen, sohbetleri koyulaştıran bu çay, nasıl bizim masalarımıza ulaştı, bir de bunu sual edelim kendimize.
‘Yaklaşık 5000 yıllık bir geçmişe sahip olan çay, yaygın bir efsaneye göre büyük Çin İmparatoru Shen Nung’ın hizmetlilerinden biri, bahçede su kaynatırken bir yaprak kaynayan suyun içine düşer. Yaydığı koku imparatoru çok etkiler, tatmak ister ve imparator çayın tadından çok hoşnut kalır. Bu şekilde kültürümüzde büyük bir öneme sahip olan çay, keşfedilmiş olur.’ [1]
Binlerce kilometre uzaklıkta keşfedilen çayın Anadolu’ya gelmesi ise 19.yy sonlarını bulmaktadır. Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nde bulunan Osmanlı’da çay tarımına ilişkin ilk arşiv belgesine göre tohumların Japonya’dan getirildiği yazmaktadır. Çay fidanları ve tohumları ilk olarak Bursa’da ekilse de ekolojik koşulların elverişsizliği nedeniyle sonuç alınamamıştır. Daha sonra Doğu Karadeniz Bölgesinin çayın yetiştirilmesi açısından elverişli olduğu belirlenmiştir. Buradaki çay fabrikaları da toplumun işsizlik sorunu açısından büyük istihdam sağlamaktadır.
Her yiğidin yoğurt yiyişi farklı demişler, çay da her yöreden yöreye içme tarzlarına göre değişiklik göstermekte. ‘Örneğin, Erzurum ve doğusundaki illerde çay, açık renkli ve kaşıksız gelir ve “kıtlama” denen özel bir yöntemle içilir. Özel makaslarla, elle ya da ısırılarak koparılan ufak parçalar, dil altına konur ve çay içildikçe, eriyen şeker de tat verir. Eğer misafirseniz, siz “yeter” demedikçe çay sürekli tazelenir. Teşekkür edip, başka istemediğinizi söyleseniz bile mutlaka bir bardak daha ikram edilir. Bunun adı cırıldım, yani zor çayıdır.’[2]
‘Güneydoğu’da genelde kaçak çayı içilir. Rengi koyu, tadı daha acıdır. Bardaklar da diğer bölgelere göre biraz daha büyük olur. Gümüşhaneliler orta, Trabzonlular ise az şekerli çayı tercih eder. Tokat’ta bardak ufak olsa da mutlaka dudak payı bırakılır. Rizelilere göre ise en güzeli kendi çaylarıdır.’[3]
Böylece kültürdür çay. Her yörede kendi benliğini ve insanını yansıtan, kendi dokusunu, kumaşını ortaya koyan bir içecektir. Demlenmesinde bile ayrı bir özgünlük vardır, yaprak seçimlerinde bile farklılar göze batar. “Batıların içtiği çay yalnızca körpe yapraklardan ve çayın anavatanı olan yerlerde yetişen çaylardan yapıldığı için demini kısa sürede salıverme özelliğine sahip. Bizimkisinde daha alttaki körpe olmayan yapraklar da toplandığı için dem süresi uzuyor. Bir de ülkemizdeki çay tiryakileri çayın buruk tadını genzinde hissetmek istiyor. Dem süresi bu buruk tada erişmek için de uzatılıyor.” (Gürsoy, 2015)

Tercihler farklıdır elbet ama çay da baya nazlıdır, öyle hemen rengini vermez. Tavşan kanı rengini ilk dakikalar göstermez. Sanki sohbetin koyulaşmasını bekler. Her daim masada, sofradadır çay ama kimse onun serüvenini düşünmez. Sen necisin diye sormaz. Bu yüzden de onu tanımak icap eder.

Dili olmak gerekirse çayın; İşte bu yollardan geçerek geldim, bardağın şeklini aldım, kültürlerle yoğruldum da geldim.40 yıllık hatırı olan kahvenin tahtını sarstım da geldim.