Herkesin emekle topladığı, biçtiği çay çıksın yola. Çıksın
ki arkadaşlıkların, hoş sohbetlerin masalarını şereflendirsin. Şereflendirsin,
fakat masalara gelen, sohbetleri koyulaştıran bu çay, nasıl bizim masalarımıza
ulaştı, bir de bunu sual edelim kendimize.
‘Yaklaşık 5000 yıllık bir geçmişe sahip olan çay,
yaygın bir efsaneye göre büyük Çin İmparatoru Shen Nung’ın hizmetlilerinden
biri, bahçede su kaynatırken bir yaprak kaynayan suyun içine düşer. Yaydığı
koku imparatoru çok etkiler, tatmak ister ve imparator çayın tadından çok
hoşnut kalır. Bu şekilde kültürümüzde büyük bir öneme sahip olan çay,
keşfedilmiş olur.’ [1]
Binlerce kilometre uzaklıkta keşfedilen çayın
Anadolu’ya gelmesi ise 19.yy sonlarını bulmaktadır. Başbakanlık Osmanlı
Arşivleri’nde bulunan Osmanlı’da çay tarımına ilişkin ilk arşiv belgesine göre
tohumların Japonya’dan getirildiği yazmaktadır. Çay fidanları ve tohumları ilk
olarak Bursa’da ekilse de ekolojik koşulların elverişsizliği nedeniyle sonuç
alınamamıştır. Daha sonra Doğu Karadeniz Bölgesinin çayın yetiştirilmesi
açısından elverişli olduğu belirlenmiştir. Buradaki çay fabrikaları da toplumun
işsizlik sorunu açısından büyük istihdam sağlamaktadır.
Her yiğidin yoğurt yiyişi farklı demişler, çay da her
yöreden yöreye içme tarzlarına göre değişiklik göstermekte. ‘Örneğin, Erzurum
ve doğusundaki illerde çay, açık renkli ve kaşıksız gelir ve “kıtlama” denen
özel bir yöntemle içilir. Özel makaslarla, elle ya da ısırılarak koparılan ufak
parçalar, dil altına konur ve çay içildikçe, eriyen şeker de tat verir. Eğer
misafirseniz, siz “yeter” demedikçe çay sürekli tazelenir. Teşekkür edip, başka
istemediğinizi söyleseniz bile mutlaka bir bardak daha ikram edilir. Bunun adı
cırıldım, yani zor çayıdır.’[2]
‘Güneydoğu’da genelde kaçak çayı içilir. Rengi koyu,
tadı daha acıdır. Bardaklar da diğer bölgelere göre biraz daha büyük olur.
Gümüşhaneliler orta, Trabzonlular ise az şekerli çayı tercih eder. Tokat’ta
bardak ufak olsa da mutlaka dudak payı bırakılır. Rizelilere göre ise en güzeli
kendi çaylarıdır.’[3]
Böylece kültürdür çay. Her yörede kendi benliğini ve
insanını yansıtan, kendi dokusunu, kumaşını ortaya koyan bir içecektir.
Demlenmesinde bile ayrı bir özgünlük vardır, yaprak seçimlerinde bile farklılar
göze batar. “Batıların içtiği çay yalnızca körpe yapraklardan ve çayın
anavatanı olan yerlerde yetişen çaylardan yapıldığı için demini kısa sürede
salıverme özelliğine sahip. Bizimkisinde daha alttaki körpe olmayan yapraklar
da toplandığı için dem süresi uzuyor. Bir de ülkemizdeki çay tiryakileri çayın
buruk tadını genzinde hissetmek istiyor. Dem süresi bu buruk tada erişmek için
de uzatılıyor.” (Gürsoy, 2015)
Tercihler farklıdır elbet ama çay da baya nazlıdır, öyle
hemen rengini vermez. Tavşan kanı rengini ilk dakikalar göstermez. Sanki
sohbetin koyulaşmasını bekler. Her daim masada, sofradadır çay ama kimse onun
serüvenini düşünmez. Sen necisin diye sormaz. Bu yüzden de onu tanımak icap
eder.
Dili olmak gerekirse çayın; İşte bu yollardan geçerek
geldim, bardağın şeklini aldım, kültürlerle yoğruldum da geldim.40 yıllık hatırı
olan kahvenin tahtını sarstım da geldim.