Sineklerin Tanrısı-Değerlendirme
Başlangıçta bir çocuk
romanı gibi görünse de, kitap aslında
bir alegoridir, yani simgesel anlamları olan bir kitaptır. Yazar, insanın
içindeki iyi kötü savaşını, kuralların insanları ne derece etkileyebildiğini,
güç ve iktidarın yanlış ellere geçince ne gibi sonuçlar doğurabileceğini,
demokrasinin önemini olabilecek en güzel şekilde çocuklar ve simgesel öğeler
üzerinden anlatmıştır.Zaten kitap bu
yönüyle okuyanları etkilemeyi başarıyor.Başlangıçta kitabın içerisindeki
betimlemeler vs. kitabı okuyucuya sıradan bir öykü gibi hissettiriyor.Mina
Urgan’ın yorumlamasıyla aslında orada her bir karakterin toplumda bir kişiliği,
bir görüşü temsil ettiğini sonsöz kısmında daha iyi anlıyorsunuz ve
başlıyorsunuz düşünmeye.Karakterleri göz önüne getiriyorsunuz ve kitabın
sosyolojik yönünü fark ediyorsunuz.Jack karakterinin bencilliği, zorbalığa
inanan, kötülüğe yönelen bir lider olmasıyla toplumdaki faşist düşüncenin bir
parçası olduğunu, baskıyı arttırmasıyla küçük bir Hitler’mişçesine davranmaya
başlaması, küçüklerin hiçbir iş yapmaması,yiyecekleri tüketmesi ve geceleri
korkularından ağladıkları için onların yaşamını gereksiz görmesi ve onlara
hiçbir neden göstermeksizin dayak atması, faşistlerin törenlere ve gösterişe
düşkünlüğüyle yüzlerini boyaması, Domuzcuk karakteriyle şişko diyerek
aşağılaması, bunu faşistlerin aydınlık kafalara karşı duydukları kinden dolayı
yapmaları gibi nedenler kitapta faşist düşüncenin vurgusunu yapma olanağı
sağlamıştır.Yine Simon karakteriyle Hz.İsa’yı andıran bir kişilik tasvir
edilmiştir.Simon iyi yürekli ve mistik bir ermiştir.Ralph’nin adadan
kurtulacağını ve canavarın dış dünyadan değil de içimizde olduğunu anlaması,
kitabın simgesel anlamlarını bu şekilde ifade edilebilme olanağı sunuyor.Evet
Simon’ınında düşündüğü gibi canavar içimizde sözüyle insanoğlunun doğayı nasıl
tahrip ettiğini ve dünyadaki iktidar hırslarının boyutlarını bir kez daha
okuyucunun bilincine işliyor.Kitaptaki bir alıntının üzerine gidersek
Sineklerin Tanrısı’nda var olan ada, yeryüzünün cennetlerinden biri olarak
tasvir ediliyor ve başlangıçta sezilmese de daha sonra çocuklar, bu güzelim
adayı her açıdan bir cehenneme çeviriyorlar.Kitaptaki bu atıf aslında bizlere imiş hissi
uyandırıyor.Çünkü dünyayı cennet ya da cehennem olarak yaşamak insanın
elindedir.Kitapta adanın güzelliği cennete benzetilerek tasvir edilmiş.Aslında
bu bizim şu an içerisinde yaşadığımız dünya düzenine biraz da gönderi
niteliğindedir.Dünya bizim elimize cenneti anımsatan güzellikte
verilmiştir.Hırs, doyumsuzluk, konfor arayışları kitaptaki gibi yaşadığımız
mekanı sömürmeye itmiştir bizleri.Hatta şu an bir bilim olan antropoloji bilimi
de bu şekilde ortaya çıkmamış mıdır? Kendisinden kat ve kat gelişmişlik
düzeyleri düşük ülkelerin gelenekleri öğrenip alttan alttan dinlerini,
dillerini asimile etmemişler midir? Bu açılardan kitap sadece bir roman olmaktan
çıkıp aslında bizim dünyamıza seslenmiştir.Bu yukarıdaki analizlere baktığımızda
kitabın adının da tam yerinde olduğunun farkına varıyoruz.Sineklerin Tanrısı ismi
Mina Urgan’ında bahsettiği gibi insanların içindeki kötülüğü simgelemesi
yönüyle kitaba yakışır bir isim olmuş. Kitapta bir diğer unsurda çocukların
psikolojik tahlillerinin başarılı oluşuydu.Çocukların tek başına kalırlarsa neler yapabileceklerini gayet güzel bir
şekilde kurgulamış.Kitaptaki betimlemeler de kurgu kadar başarılıydı.Bu
sayede de adada yaşanılan olayları ve adadaki mekanları çok rahat bir şekilde
kafanızda canlandırabiliyorsunuz.Bunda çevirmenin de etkisi oldukça fazla tabi.
Kitapla ilgili son analizimi yapacak
olursam kitap; aslında yetişkinlerin dünyasının minimalize edilmiş bir şekliydi.Her
sayfasında içinde yaşadığımız topluma ait parçalar bulunuyordu ve insanoğlunun
içgüdülerine yapılan sıradışı bir yolculuk niteliğindeydi.